Çalışmanın merkezinde 1980-2000 yılları arasında yazılmış romanlar bulunmakla beraber, tasavvufun romandaki seyrini tam olarak görmek adına Tanzimat'ın ilk yıllarından itibaren ve hatta öncesi dönemdeki mesnevîlerden başlayarak, din-ahlâk ve tasavvuf konusunun edebiyattaki varoluş sürecine temas ettik. Romanda Filibeli Ahmet Hilmi'nin A'mak-ı Hayal adlı eseri ile başlayan manevî alemlerle yakın ilişki kurma arayışı, günümüze kadar farklı yaklaşımlarla, müspet ya da menfî mânâda olmak üzere süregelmiştir. Kimi yazarlar için tasavvuf bir karanlık ilişkiler yumağı ve tekke karanlık bir dehliz, kimi yazarlar içinse insanlığın kurtuluş nizamı olarak eğerlendirilmiş ve bu yönleri ile romanlara konu edilmiştir. Metafizik ağırlıklı olmakla beraber sosyolojik yönü de bulunan romanlar ele alınırken, ister istemez edebiyat sosyolojisi verilerinden istifade edilmiştir. Eliot'a göre edebiyat eleştirisi büyük bir ölçüde, belli bir din ve ahlâk açısından ele alınmalıdır.sosyolojik bir olgu olan din ve ahlâk anlayışı dikkate alınmadan yapılacak edebî eleştirilerin, bir yönü ile eksik kalması söz konusudur. Eliot'a göre son yüzyıllarda edebiyat ve din ayrı kurumlar olarak düşünülmüştür. Bu gerçek, edebi eserlerin belli bir din ve ahlâk ölçüleri dışında değerlendirilmesi anlamına gelmemelidir. Edebi eserlerde ifade bulan ahlâk hükümleri, kendileri ister bu değerlerle yaşasın ister yaşamasın, çağdaş kuşağın tecrübesinin mahsulleridir. Orhan Pamuk, Elif Şafak, İhsan Oktay Anar gibi dünya görüşleri ve yaşam biçimleri tasavvufî dünya görüşleri ile örtüşmeyen yazarlar olmakla birlikte, eserlerinde tasavvufa yer vermişlerdir.