Söz konusu yemek olduğunda herkesin söyleyecek bir sözü vardır. Ne yeriz, neyi severiz, neyi tercih etmeyiz?... Hangi yemek nasıl pişirilir, yemekte günün modası nedir?... Bireysel hayatın merkezinde herkes için aynı ölçüde önem taşımasa da yeryüzünde istisnasız her varlık, hayatını sürdürebilmek için yemeğe muhtaçtır. Bireysel ihtiyaçların toplum tarafından kabulü ise onaylanma ve reddedilme ihtimalleriyle iç içedir, çünkü insan yedikleri kadar yemedikleriyle de bir topluma, dine ya da gruba mensuptur.
Bu bağlamda beslenmenin ve sofranın modernleşme sürecindeki serüvenini Türk romanı üzerinden okuduğumuzda nasıl bir tabloyla karşılaşırız? Sofra, Tanzimat’tan itibaren çoğunlukla toplumu anlatma amacı taşıyan Türk romanına nasıl yansır, romana kurgusal olarak hangi açıdan katkı sağlar? Romanlarda karakterlerin tercih ettiği yemekler toplumsal bir göstergenin aracı olarak kullanılır mı? Türk toplumu yüzyıllar içinde değişirken sofra, roman karakterlerinin kişiliğini şekillendiren bir unsura dönüşebilir mi? Edebiyatı yemek ve sofranın tadıyla birleştirmek mümkün mü? Bu çalışma sorduğu soruların yanıtlarını aramakta, bulduklarını meraklılarıyla paylaşmaktadır.