Alpaslan Demir’in “Osmanlı’da Yaşamak” ve “Osmanlı’da Ölmek” adlı kitap serisinin son çalışması “Osmanlı’da Arafta Kalmak”. Yazar, ilk iki kitabında daha ziyade Osmanlı Devleti’nde yaşayan halkın, pek değinilmeyen gündelik hayatına dokunmaktaydı. Üçleme olarak niteleyebileceğimiz bu çalışmada ise halkın hayatın her aşamasında karşılaştığı, aciz kaldığı durumlarda son çare olarak devletine/hükümdarına başvurmak zorunda kalması hikaye tadında anlatılmakta.
Osmanlı’da, insanların doğumdan ölüme uzayan hayat köprüsündeki akıbetinin nihai kararını verecek olan sultanın iradesidir. İki arada bir derede kalanların, Arafta bekleyenlerin son umududur O. Kadıdan, ayandan, vergi tahsildarından, alacaklıdan, kocasından şikayet edenler için bir sığınak (Penah); Allah yoluna hacı olmak isteyen, esaretten kurtulmak için fidye-i necat bekleyen ve adl ü adalet içinde yaşamayı uman için Tanrı gölgesidir (Zillullah). Padişahtan medet umanlar sadece kendi reayası değildir. Perokare Ranyeri adlı bir İtalyan Trablusgarp Savaşı’nda oğlunu kaybettiğini ve güç durumda kaldığını söyleyerek padişahtan yardım talep etmektedir. Kaşgarlı, Buharalı hacılar yol paralarını, iaşe ve ibadelerini padişahtan beklerler. Gayrimüslim tüccarlar hatta tefeci simsarlar dahi sultanın adaletine sığınırlar. Çünkü Osmanlı padişahları, tıpkı diğer Türk kağanları, hakanları gibi Tanrı tarafından kut almış, Cihan hükümdarıdır. Nizam-ı Alem onlara emanettir. Bu büyük bir sorumluluktur ve bu düzeni korumanın bedeli daha da büyüktür. Nitekim, Alpaslan Demir’in “ ölümün nefesiyle doğanlar” olarak tanımladığı hanedan mensupları ve özellikle şehzadeler, Arafta bekleyenlerin en çaresizleridirler. Kimsesizlerin kimsesi olan padişah, devlet-i ebed müddet için kardeşinden, oğlundan vaz geçmekten başka bir “hal” ve “siyaset” iradesine sahip değildir.
Yazar Alpaslan Demir, alışık olduğumuz akıcı üslubuyla bir kez daha arşiv belgeleri ışığında, Allahın gölgesine sığınan Araf’dakileri bize tanıtmakta, anlatmakta… Bize düşen ise keyifle okumak.