“Biz, hani şu sözüm ona barışçıl insanlar, imgelemimizde şiddeti ve can almayı habis bir davranış olarak değerlendiririz. Kimi zaman da ona hoşgörülebilir, gerekçelendirilebilir, merhametgiriz, hatta takdir edilesi bir şeymiş gibi bakarız. Şiddetin ve cinayetin köklerinde hem kişisel hem de toplumsal ilişkilerin yattığının farkındayızdır. Bunların açgözlülük, öfke, sadizm ya da çarpık adalet algısı türünden saiklerce körüklendiğini bildiğimiz gibi kültürlerin/toplumların kendilerine has öldürme metotları icat ettiklerini de gözlemleriz. Cinayetin toplumda zincirlerinden boşalan bir paranoyaya zemin hazırladığının bilincindeyizdir; çünkü öldürmek bir kez yaşamlarımıza kazınmıştır ve hepimiz ister istemez ondan etkileniriz. Bir bakıma, cinayet hem hastalığımızdır hem de terapimiz”.