Çocukluğumda az da olsa atlara ilgim olmuştu. Hele de hasat aylarında Dobruca'nın uçsuz bucaksız buğday tarlalarını kanatlı orak makinelerine koşulan iki çift atın ön sağdakinin üzerinde, yakıcı güneşin altında, gün boyu atları yedmek (yönetmek) hiç de kolay bir iş değildi.
Onları çeşmeye sulamaya götürüp getirmek ve diğer zamanlarda merada otlatmak da biz çocukların işi idi. 1950'li yılların başında zorunlu kooperatişeşme neticesinde köyün tüm atları Koca İbrahim'in harmanına kurulan büyük ahırlara toplandı. Tarımın ağır yükü yine onların üzerindeydi. Her gün değişik kişiler tarafından koşulan atlar insafsızca kullanılıyordu. Biz çocuklar onları artık ancak uzaktan seyretmekle yetiniyorduk.